
Kubad Abad Sarayı ve Çinileri
Saray, başta yöneticiler olmak üzere toplumun üst kesimlerinin zevk-u safa yuvası değildir. Kuşkusuz o da var; ancak saray, politikadan felsefeye, entrikadan kalkınma projelerine, silahşörlükten aşk, eğlence ve sanata kadar her alanda, eski çağ ve orta çağ toplumlarının tüm beceri ve yaratışlarının en üst düzeyde gerçekleştiği bir kurumdur; aynı zamanda önderlerin ve üst kesimin eğitildiği bir akademi gibidir. Bu yüzden sarayı tanımak, bir kültürü en yüksek şekliyle tanımaktır. Genellikle haklarında "bu köklü uygarlıklar ülkesini kaba kuvvetle ele geçiren barbarlar" şeklinde bir imaj yaratılmak istenen Selçukluların, gerçekte nasıl insanlar olduklarını, nitelik ve düzeylerini bize en iyi anlatabilecek varlıkların ve ortamların başında onların saraylarını düşünebiliriz.
Selçuklu çağının ünlü tarihçisi İbn-i Bibi, Kubad Abad'ın kuruluşunu şöyle anlatıyor: " I. Alaaddin Keykubad'ın Antalya-Alanya seferinde, o zaman ki adıyla Buhayre-i Gurgurum (yani bugünkü Beyşehir Gölü) kıyısında konakladı. Burada, süt gibi tatlı suyu yeşil renkli bir göl vardı. Üzeri kadifenin kıvrımları gibi dalgalarla dolu göle hayran olan sultan, mimar Saadeddin Köpek'e, güzellikte cennete benzeyecek bir saray yapılmasını buyururken, parlak zekasıyla binanın planını çizerek onun üzerinde açıklamalar yaptı ve sarayı resmetti. Onun üzerine Saadeddin Köpek güzel görüntü yerleri, iç açıcı havuzları bulunan, kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan, çok süslü, geniş ve çok eşyaya sahip olan köşkleri, kısa bir zamanda Sultanın emrine uygun olarak yaptı " [ibn-i Bibi, 362-363].
Alaaddin Keykubad, eserinin tadını çıkarmaya ne kadar fırsat buldu, belli değil. Buradaki yaşantısı edebiyata ve tarihin entrika sayalarına geçen sultan, onun başarısız oğlu II. Gıyaseddin Keyhusrev'dir. Babası büyük hükümdar Alaaddin Keykubad'ın 1 Haziran / 237'de Kayseri sarayında ziyafette zehirlenmesi olayına bu hayırsız şehzadenin karışmış olması olasılığı vardır. Kendisini veliaht yapmayacağı anlaşılınca, Alanya'nın eski korsan kralının kızı olan annesi Mahperi Huand Hatun'un işbirliği ile bu işi yaptıklarından kuşkulanılır. Gıyaseddin tahta geçince, Alaaddin'in karizmatik otoritesi ve dahiyane politik becerisiyle Anadolu'nun dışında tuttuğu Moğol felaketini adeta ülkeye davet etmiş, 1243'te Sıivas yakınında Kösedağ'da onlarla giriştiği savaşı kaybederek Selçuklu birliğinin sonunu hazırlamış, ondan sonra vaktinin çoğunu Kubad Abad ve Alanya saraylarında geçirmiş, Alanya sarayında, belki de babası gibi zehirlendiği için(?) aniden ölüvermiştir.
Kubad Abad, araştırmaların ortaya koyduğu ve bugün görüldüğü durumuyla Beyşehir Gölü'nün güney batı kıyısında, Torosların bir kolu olan Anamas Dağları'nın eteklerindeki küçük alüvyon ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık tepe ile toprak tol denen bronz çağı höyüğü çevresine yayılan bir külliye, bir site harabesidir. Külliyenin içinde Büyük Saray ve Küçük Saray diye adlandırlan iki yapı bulunmaktadır. Büyük Saray, sitenin en kuzeyinde, 50 x 55 m kadar genişlikte ve göle uzanan bir teras üzerine kurulmuştur. Küçük Saray, kareye yakın boyutlardadır ve dış yüzleri düzgün kesme taşlarla kaplıdır. Küçük Saray'ın plan tasarımı ana çizgileriyle Büyük Saray'ı hatırlatır. Ayrıca bu sarayın vezir ve mimar Saadeddin Köpek'e ait olduğu da söylenmektedir fakat bu teori kesinleşmemiştir.
Selçuklu sanatında yalnızca saraylarda kullanılan ve mimariye renk katan zengin figürlü çinilerin yaratıcıları, güçlerini simgeler dünyasıyla birleştirerek Selçuklu resim sanatının dinamizmini ve estetiğini oluşturmuşlardır. Büyük Saray ve Küçük Saray çinileri, Selçukluların simgesel dünyasını yansıtan ikonografiyle ilginç resim üslubunu birleştirip, büyülü bir masal atmosferi yaratmaktadır. Bu masal dünyasının en önemli figürü, sarayın ve sultanın simgesi çift başlı kartal tüm heybetiyle karşımıza çıkmakta, diğer kuşlar adeta bunun çevresinde uçuşmaktadır. Orta Asya Türk mitolojisinde, doğayla ilgili inançlar ve şamanlıkla bağıntılı olarak kartal, koruyucu ruh sayılmaktaydı. Pek çok savaş aletinde kartal motifine rastlanması bu yüzdendir.
Sarayın diğer ilginç ve insan figürlü çinilerinde en sık işlenen konu, cepheden görünen ve ‘Türk Oturuşu’ olarak bilinen oturuşla bağdaş kurmuş sultan ve saray ileri gelenlerinin tasvirleridir.
Bir diğer desen, insan yüzlü güneş figürüdür. Surat tasvirinin etrafı stilize edilmiş bitkisel desenlerle süslüdür. Çini merkezine görkemli bir şekilde yerleştirilen güneş motifi, mask gibi, kalın kaşlı, badem gözlü, benekli yanaklı, küçük ağızlı bir insan yüzü taşır. Güneş aydınlığı, iyiliği ve gücü simgeler.
Çinilerdeki Sfenks figürü de ilgi çekmektedir. Sfenksler olağanüstü güçleriyle halkı kötülük ve hastalıklardan, sarayı düşmanlardan koruyan, gövdesi aslan başı insan olan kanatlı yaratıklardır. Kimisi uzun, kimisi kışa saçlıdır. Tepelerinde çeşitli biçimlerde başlıklar bulunur.
Son olarak hayat ağacı ve kuş figürlü yıldızlı figürler, sarayın çinilerinde bolca kullanılmıştır. Hayat ağacı evrenin eksenidir. Şamanın yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü arasında bu eksen boyunca gidip geldiği varsayılır. Meyveli dalların cennet ve ebedi hayat simgesi nar ağacına ait olduğu sanılır. Selçuklu süslemelerindeki kuş figürlerinin çoğu da simgesel anlamlar taşır. Orta Asya’daki inançlarda ve şamanlıkta, ruhlar ölümden sonra göğe kuşlarla taşınır. Her insanın kuş biçiminde koruyucu bir ruhu bulunur. İnsan ölünce bu koruyucu ruh rehberliğinde göğe çıkar.
Daha birçok masalsı motifi bulunan Kubad Abad sarayı çinilerinin bir kısmı, Konya’daki Karatay Müzesi’nde sergilenmektedir. (‘Kubad Abad Selçuklu Saray ve Çinileri, Rüçhan Arık, s.43-165 ve Paşabahçe Mağazası ‘’Kubad Abad ‘Kristalin Çiniler’’’ kataloğu).